Düşünceler ve düşünme eylemi illüzyondur. Tanrı’nın gerçekliğinde düşünce yoktur. Fakat bizim beden ve zihin boyutumuzda var olduğunu sandığımız dünya rüyasında düşünceler gerçek olduğumuzu sanmamızı sağlayan araçlardır. Descartes’in; “Düşünüyorum, öyleyse varım” fikri Mucizeler Kursu açısından yanlıştır. Doğrusu: “Düşünüyorum, öyleyse yokum” olmalı. Olmayan ama özben’imiz değil, düşünen ego-benliktir.
Beden gibi zihin de egonun kalesidir ve dünya ve bedenler rüyasının oluşumu ve devam sürmesi için sürekli teyit edilmesi gerekir. Bunu nasıl yaparız? Ego-benliğimizi öne çıkartıp egonun fikirlerine inanarak ve düşünce yoluyla hep teyit ederek. Algımız ve algıladığımız her şey neye inandığımızla bağlantılı. Kutsal Ruh’a inanırsam Tanrı’ya inanmış olurum. Fakat Kutsal Ruh’a inanmak dünyanın ve her şeyin gerçekliğini reddetmeyi içerir. O halde Kutsal Ruh’a inanırken aynı zamanda egonun yasalarına inanmam doğru olamaz. Buna düşüncelerin gerçekliği dahildir. Bu zıt inanışlar zihnimizde sadece çatışma ve karışıklık yaratır ki, bunu birçok Mucizeler Kursu öğrencisi bizzat yaşar. Düşünceler asla gerçeği yansıtmazlar. Onlar hep geçmişle ya da gelecekle meşguldürler. Bir düşünce asla “şimdiyi ve burayı” içeremez. “Şimdi ve burada” sadece deneyimlenir ve deneyim oluştuğunda düşünce dışlanır. Deneyim farkındalıkla algılanır, düşünmekle değil. Düşünce yorumdur ve algılanan bir şeyi sadece tarif eder. Bizim yolumuzda İsa egonun tarif edişini Kutsal Ruh’un tarif edişiyle değiştiriyor çünkü bizler düşüncesiz yol almayı bilmiyoruz. Bu demektir ki, egonun silahı olan düşünmeyi Kutsal Ruh eline aldığında Tanrı adına yeniden yorumluyor ve böylece bizleri tıpkı bir Nilüfer çiçeğinin yaptığı gibi karanlıktan ışığa doğru çıkartıyor. Tanrı gibi düşünerek egonun düşünce sisteminden sıyrılmayı başarıyoruz. Nihayetinde düşüncelerin bittiği yere geliyoruz ve orada Tanrı’nın lütuf olan son adımıyla Özben’imizi biliyoruz.
Özbenlik kendini bilir, kendisi hakkında düşünmez. Bilmek, düşünmeyi dışlar. Hem bilmek hem düşünmek olmaz. Ya biri gerçektir ya diğeri. Bu nedenle düşünce gücü gibi sloganlarla dikkatli olmak gerekir çünkü bu tür sloganlar ilk etapta egonun kalesi olan düşünceye hak etmediği bir gerçeklik verir. Düşünce gücüyle illüzyonlar yaptığımızı anlayana kadar düşünmekten vazgeçmeyeceğimiz de bir olgu. İnsan, sahip olduğu düşünce gücüne o kadar derin inanır ki, düşüncelerinin beş para etmediğini duyunca elbette hemen saldırıya geçer. Çünkü, düşünüyorum, öyleyse yokum demek kimin, hangi ego-benliğin işine gelir ki?
Mucizeler Kursu’nda, egonun düşüncelerinin Kutsal Ruh’unkilerle değiştirilmesi gerekir diye okuruz kurtulmak için. Tabii ki Kutsal Ruh düşünce boyutundan bize el uzatmalı, çünkü çıkış noktamız bir ego-benlik, yanlış inançlar, kelimelerle iletişim ve sapık bir algıdır. Batağın en derinindeyiz ve Nilüfer çiçeği gibi ışığa doğru yükselirken karanlığın içinden geçmeliyiz. Fakat ruhsal öğrencinin avantajı, karanlığı ilk defa karanlık olarak algılaması ve içinden geçmeyi kabul etmesidir. Aksi takdirde ebediyen tohum olarak çamurun içinde kalmaya mahkum olur.
Biz de tam olarak bunu yapıyoruz. Kutsal Ruh sayesinde tüm korkularımıza rağmen karanlığın içinden geçmeyi göze alıp nihayet ışığa çıkıp çiçek açıyoruz ve hakiki kendimizi biliyoruz. Kökümüz hala bataklıkta olmasına rağmen ki, bu hala dünyada bir beden olarak dolaştığımızın simgesidir, başımız aydınlıktadır. İşte bu durum bizim insan olarak zihinsel dönüşümümüzü gösteren pek uygun bir benzetmedir.