Başlıktaki soruyla devam etmeden önce başka bir soruyla konuya girelim: Neden doğarız?
Maharaj’ın “Ben O’yum” kitabındaki cevabı:
Soran: Eğer ben o (Öz/Tanrı/Kaynak) isem, benim doğuşumun nedeni nedir?
Maharaj: Geçmişte doyurulmamış arzuların anısı enerjileri yakalar ve kendisini bir kişi olarak tezahür ettirir. Bu enerji şarjı tükendiğinde, kişi ölür. Yerine getirilememiş arzular bir sonraki doğuma aktarılır. Beden ile özdeşleşme daima yeni, taze arzular yaratır ve bunların sonu gelmez, ta ki bağımlılık mekanizması açıkça görülünceye kadar. Özgürleştirecek olan açık ve berrak görüştür, çünkü arzunun neden ve sonuçları açıkça görülmedikçe onu terk edemezsiniz. Ben aynı kişi tekrar doğar demiyorum. O temelli olarak ölür. Fakat onun anılarıyla birlikte, bu anıların içerdiği arzular ve korkular kalır. Bunlar yeni bir kişilik için enerji sağlarlar. Gerçek olan (hakikat), bu işte rol almaz, fakat ona ışık vermek suretiyle bunu mümkün kılar.
Bu nedenle, doğum ölüm döngüsünü sonlandırmak için her türlü istek, arzu, hırs, eksiklik düşüncesi, doyumsuzluk, buna aydınlanma isteği de dahildir, arınmamız gereken şeylerdir. Spiritüel yolun özü her şeyi bırakmaktır. Buna göre yaşamanın ne denli zor olduğunu bizzat kendim her gün, her an deneyimliyorum. Kolay değil, bizi saran, sarmalayan dünyayı ve içerdiği her şeyi bırakmak. Ailede başlar bu zorluk, çevrede, okulda, iş yerinde, ilişkilerde, dostluk ve düşmanlıklarda pekişir. Çocuklarımız, anne babamız, eşimiz gibi birçok bağımız var, bizleri özgürleşmekten geri tutan. Tamamen aydınlanan bir zihin için tüm bu bağlar anında yok olur ve geriye tek bir bütünlük kalır içinde “özel olan” hiçbir şey içermeyen.
Fakat çoğumuz aydınlanmanın kısa bir sürecinden sonra (aydınlanırsak tabii) yine dünya rüyasına “düşeriz”. Bu düşüş acı olduğu gibi bizi tekrar bir “kişi” olmaya, rolümüzü oymaya zorlar. İşte, bu süreçte tüm esas mücadelemiz başlar. Mucizeler Kursu’nda derslerin sonunda, İsa der ki; bu kurs bir son değil bir başlangıçtır. Esas işimiz demek ki kursu tamamladıktan, birçok mucizevi deneyimi, hatta vahyi tattıktan sonra başlar.
Bu dünyada iken bir yanımız Öz’dür, özgürdür; diğer yanımız kişidir, tutsaktır, zamanın eseridir, bağımlıdır, insandır, sınırlıdır. Bu ikilik halinde dengeyi sağlamak, kişiye kapılmadan yaşamak, ya da basitçe “yaşam senaryomuzun„ akışını izleyerek yaşamak bizi zorlar. Bazen kolayca izleyici oluruz. O anlar mutlulukla, güvenle, huzurla doludur. Çoğu zaman ama kendimizi zihinsel gitgellerin, dramların içinde buluruz. Sevdiğimiz biri hastalanır, birini ölümle kaybederiz, eşimizden ayrılık veya şiddet yaşarız, yakınımız bakıma muhtaç olur ve bakımı bize kalır, maddi zorluklar ve kayıplar yaşarız, dostluklar biter, kırgınlıklar yaşarız, çocuklarımız “hayırlı” olmaz (artık neyse şu hayırlı sözcüğü), veya çocuklarımız “kötü yola” düşer (neyse şu kötü yol), kendimiz tepemizde bombalarla bir savaşın içine düşeriz, mülteci olmaya, kaçmaya mecbur kalırız, spiritüel biri olarak ham toplumların içinde yalnız kalırız, bize deli diye bakarlar, bedensel sağlığımızı yitiririz, anlamsız işlerde çalışırız, zararlı insanların baskısına maruz kalırız. Saymakla bitmez hayatlarımızı karabasan yapan insanın trajedi dolu yaşam şartları.
Diğer yanda gözü doymayan zenginler, sınırsız arsızlıklar, kaybetme korkuları, başkalarını kullanan fırsatçılar, ruhsallık adına sömüren şarlatanlar, din adına savaşan teröristler, diktatör rejimler, hayvanlara akıl almaz eziyetler yapan obur ve merhametsiz insan toplulukları, tecavüzler, gaddarlıklar, saçma sapan dincilik oyunları ve baskılar, güzellik ve gençlik manyaklıkları, cinsel sapkınlıklar…
Saymakla bitiremiyorum şu dünyanın karanlığını ve insanın cehaletten doğan kötülüğünü ve deliliğini. Bir zamanlar babam bana şöyle demişti: bataklığın pisliğinin sana bulaşmasını istemiyorsan yanından bile geçmeyeceksin, ki, babam koyu ateisttir ve ruhla yakından uzaktan alakası yoktur. Ama o sözüyle turnayı gözünden vurmuş. Bu nedenle bizi ayartacak her türlü şeyden uzak durmamız çok önemlidir. Başta maddi arzular, beklentiler gelir. Hepimiz daha iyi yaşam şartını arzularız, daha çok para isteriz, ev isteriz, araba isteriz, daha iyi bir iş isteriz, daha çok mala göz dikeriz, isteriz de isteriz.
Fakat bir hedefe ulaşınca hemen ardından başka bir arzu, daha yüksek bir hedef gelir. Bir ev aldıktan sonra bir yazlık isteriz. Bir araba aldıktan sonra daha iyisini isteriz. İlişkilerimizi, menfaatlerimiz doğrultusunda iyi veya kötü diye değerlendiririz, insan harcarız. Sevdiklerimizi şartlı severiz. Nefretlerimiz, bize ters gelen, bize uymayan her yöne sıçrar. Dış güzelliğe dünya kadar yatırım yaparız, iç güzellik açlıktan ölür. Dünya narsisimin zirvesini yaşamakta. İnternet sayesinde herkes artist, herkes özel, herkes iyi, herkes bilmem ne. Bu durumda, etrafımızdaki bunca zırdeliliğin gürültüsünde nasıl Öz’e dönük yaşayabiliriz? Pür dikkatle ve daimî bir uyanıklıkla. Ara sıra kendimi kaptırırım bu saçmalıkların içine. Menfaatlerin, arsızlıkların, yakınmaların, göz boyayan tekliflerin, insan aç gözünü kamçılayan amaç ve hedeflere.
Şükür ki, iç rehberim artık o kadar öne çıkmış ki, hemen bana işaretlerini verir böyle bir duruma düştüğümde. Nedir onlar? İç sıkıntı, mutsuzluk hissi, motivasyon düşüklüğü, ilhamsızlık, aşırı yorgunluk, sinir bozukluğu, geri çekilme dürtüsü.
Bu durumdayken bilirim ki, kesin yanlış bir karar verdim herhangi bir konuda. Esasen yanlış yoktur da yaşam akışımda demek ki önemli bir derse gelmişim ve yeniden bir seçim yapmalıyımdır. Eskiden cazip gelen bir fırsat uğruna ezberden verilen bir kararın o durumda artık geçerli olmadığını öğrenmem gereken bir yol sapağındayımdır. Ezberden evet dediğim bir teklife hayır demem gerekirmiş. Para uğruna girdiğim bir iş sahasından geri çekilmem gerekirmiş. Paranın kölesi değil, onun efendisi olmak için ona olan ihtiyacımı en aza indirmeliymişim onun peşinden koşmaktansa. “Kişiliğimin” isteklerini, endişelerini, doğalmış gibi görünen hedeflerini elekten geçirmem gerekirmiş.
Bunu yaptıktan ve yanlış kararları düzeltip gündeme soktuktan sonra huzurun, ilhamın ve mutluluğun yeniden içime doğması kaçınılmazmış. Evet, demek ki yine bir dersimi tüm samimiyetimle ele almışım, öğrenmişim ve öğrendiklerimi yürürlüğe geçirmişim ki, huzur kapımı çalmış, içimde zuhur etmiş.
Zaten yanlışları eleyip doğruları öğrendikten sonra eskisi gibi devam etmek mümkün olmaz. Eckhart Tolle aydınlandıktan sonra işini, evini, her şeyini kaybetti çünkü artık eskisi gibi devam edemiyordu. Ramana Maharshi aydınlandıktan sonra evini, ailesini, her şeyini terk etti ve kutsal dağın eteklerine yerleşti bir keşiş olarak çünkü artık onun için hiçbir şeyin bir anlamı kalmamıştı. Biz ne kadarını yapabiliyoruz hakikat uğruna? Hakikat uğruna tüm dünyadan ve içerdiği her şeyden vaz geçmeye hazır ve razı mıyız gerçekten yoksa sadece öyle imiş gibi mi yapıyoruz? Hayatlarımız mış’larla, miş’lerle mi dolu? Kimi kandırıyoruz böylece? Yalnızca kendimizi.
İsa İncil’de, insan iki efendiye hizmet edemez der. Biri Tanrı’dır diğeri para, daha doğrusu paranın temsil ettiği her şey: güç, iktidar, maddiyat, sahip olma arzusu, bir şey olma arzusu, bağımsız olma arzusu, beğenilme ve sevilme arzusu, takdir edilme arzusu gibi saymakla bitmeyen nefsi (egosal) arzular. Hiçbiri bizi doyurmaz, bizi mutlu etmez, bize özgürkük sağlamaz. Heps, bizi dünyaya bağlar ve kişi olmamızı sağlar, bizi dünya kabusunda tutsak tutar.
Bu nedenle bilgelik, bir vazgeçme, bir bırakma yoludur. Bilgelik tüm dünyayı bırakmaktır. Gerisi teferruattır.
Bengü Aydoğdu