Bazen birileri sorar, Mucizeler Kursu’ndan sonra dünyaya bakışın nasıl değişti diye. Kısaca nasıl anlatsam diye düşünürüm, bir şeyler söylerim. Bir gün en kısa cevabım şöyle oldu:
– Dünyaya bakışım tıpkı sabahleyin uyanırken ve kötü bir rüya gördüğünü anlayanın ağzından “Şükür; hiçbir şey gerçek değilmiş” demesi gibi.
– Peki, nasıl yaşanır böyle bir durum? Dünyada yaşamaya devam ederken gündelik hayat nasıl süregider?
– Olduğu gibi. İşlerim, etrafımdaki insanlar, aile, evimdeki yaşamım, yapmam gerekenler gibi her şey eskisi gibi devam ediyor. Değişen şey kendimim, özellikle çoğu zaman zihnimdeki sessizliğin ya da huzurun varlığı. Eskisi gibi bilime, siyasete, toplumsallığa, fikirlere, kalabalıklara, insanlara, olaylara, hatta konuşmalara ilgili ve odaklı değilim. Konuşmamayı seviyorum. Eskiden tam tersiydi. Çoğu zamanım seyirci gibi geçiyor, duygusallığım azaldı, isteklerim azaldı ve eski fikirler cümbüşü yerine oldukça geniş çaplı bir tarafsızlık geldi. Beni eskiden tanıyan ve bugünkü duruşumu anlamayan insanların sayısı çok. Esasen anlayan pek yok gibi, eşim ve bir iki kişi dışında. Beni “gamsız” veya “ilgisiz” tanımlamalarına şaşmıyorum. Onlar gibi her üzücü olayda dizlerimi dövmüyor, vah vah diye yakınmıyorum, sevindirici olaylarda taşkınlık yapamıyorum. Bana anlamsız geliyor böyle tepkiler. Elbette yeryüzünde her gün bir yerlerde facialar, savaşlar, kötülükler oluyor, açlık ve sefalet insanlığın çoğunu mahvediyor, insanlar öldürülüyor. Bunu inkâr etmek için akılsız olmak gerek. Fakat yargıç gibi bir suçlu aramak, “kötülere” karşı kin ve nefret beslemek, kendimizi “iyi” ve “adaletli” bir insan görerek “diğerlerini”, yani suçladıklarımızın celladı olmayı hayal etmek, benim zihnime pek sığmıyor artık. Ararsıra kendimi “kaybedip” ona buna uzaktan laf sokuşturmalarım oluyor ama kendime gülüp hemen “kışkış ego” diyerek dikkatimi yargılayıcı fikirlerden geri çekmek için çabalıyorum. Her şey her an olacağına varmakta ve olayları değiştirmek için yapacak tek bir hamlemiz yok. Neden? Çünkü ben, Mucizeler Kursu’ndaki “her şey önceden yazıldı” ilkesine bağlıyım. Bazıları, sen kadercisin der. Artık nasıl tanımlıyorlarsa kadercilik kavramını. Onunla da ilgilenmiyorum. Neyse ne, benim yolum bu. Kadercilik, vurdumduymazlık, boşvermişlik gibi birçok tanımlamaya maruz kaldım fakat hiçbiri beni yakından uzaktan ilkgilendirmedi çünkü “kendini henüz bilmeyen” bir insanın tanımlamasına tutunamayacak kadar uzaklaştım dünyevi kavramlardan ve davranışlardan. Böylece, seyretmek ve gerektiği yerde ve zamanda yardım etmek, her durumda doğru olan eylemi yapmaya çalışmak, gerekli olanı söylemek ve yazmak Mucizeler Kursu’nun bana öğrettiği yoldur.
Yaşam tarzıma gelince, basitçe bir münzevininki gibi yaşıyorum. Bir avuç aile ferdi, bir iki dostum ve sevgili eşim var. Yakın ilişkelerim bunlarla sınırlı. Dağda bayırda yaşamıyorum, şehirde yaşıyorum ve işim gereği müşterilerimle gerektiği kadar iletişim içindeyim. Fazlasına tahammül edemiyorum nedense. Hani, dağda veya küçük uzak bir köyde yaşamayı tercih ederim ama henüz öyle bir durumum yok. İşim olmasa, pek az insanla görüşür, konuşurum, o kesin. Bir de internet üzeri Mucizeler Kursu ile ilgili çalışmalarımdaki iletişim ağı var. Tümü sadece internet üzerindendir ve kişisel değil konu odaklıdır. Bir kaç kez “kişisel” görüşmelerim oldu fakat kısa süre içinde sona erdi. Sebebi basit: kişisel görüşmelerde insanların “yargı” ve “tanımlama” mekanizmaları devreye girer. Karşılarında gördükleri “bedeni” hemen bir kalıba, bir kategoriye ve bir tanımlamaya sokma arzusu içerikten daha ağır basar ve olumsuz bir “ilişki kargaşası” ortaya çıkar. Gevezelik ve dedikodular, bilgiçlik taslamalar, kendini kıyasla ortaya atmalar, spritüel insanlar arasında da mevcut. Benim için anlamsız bir tutum. Benim odağım kişilerde ve kişiliklerde değil konularda ve içerikte. Bazı öğrenciler bana onun bunun hakkında bir şeyler yazarlar, eleştirler veya sorular sorarlar. Çoğu koçun oldukça büyük bir egoyla dersler verdiklerini görüyorum. hepsinin kişiliği ön planda. Övgü, beğeni, pohpohlanma ve alkış toplama hevesindeler. Ettikleri lafların saçma niteliği ağırlıkta. Fakat onlar ezoterik pazarın kraliçeleri ve kralları. Kendimi öyle bir konumda göremiyorum çünkü özbenliğin büyümesi için dünyaya dalmak değil dünyadan el ayak çekmemiz gerekir. Mümkün olduğu ve gerektiği kadar. Bu nedenle kendimi sahnelerde konuşmalar yaparken, kurslar düzenlerken ve seminerler verirken göremiyorum. Benim alanım değil topluluklarda, kalabalıklarda olmak. Mevcut genel iletişimim yalnızlık içinde sadece yazıya yönelik gelişiyor. Onu da Mucizeler Kursu için yapıyorum, yani yazmak benim ruhani yolumun dışa vuruşu, dünya ile kurtuluş yolunda kutsal ilişkimin mevcudiyeti.