Bazen Mucizeler Kursu ile ilgili “rolümden” bıktığım oluyor. Özellikle fazla yoğun olan günlerde veya yorgunluk gibi haller ortaya çıkınca. Sürekli mesajlara cevap vermek, yazılar yazmak, sosyal medyada paylaşımlar hazırlamak oldukça vakit alan ve enerji isteyen şeyler. Sonra bu tür “olumsuz” düşünceleri bir kenara bırakıyorum ve “rolümü” tekrar kabul ediyorum. Çünkü, rolüm ne? Elbette öğrencilik.
Öğrenmenin yollarından biri “öğretmek” olduğu kursta yazıyor. Fakat ben kendimi bugüne dek ısrarla ve iddiayla öğretmen ilan etmedim. Etmem de. Yazı yazmak, benim öğrenimimin bir parçası. Bu demektir ki, yazılarımın içeriği o anlık ilhamla ve konuyla ilgili. Yazılar bazen oldukça kendiliğinden işlenirken bazen zorlanırım. Zorlandığımda ilham kaynağımın pek iyi akmadığı anlar olduğunu bilirim. O zaman yazmayı ya bırakırım ya da yazdıklarımın “egosal” olmasına müsade ederim. Çünkü bazen egonun yazılara karışmasının da bir faydası olabilir. Örneğin, yanlışı göstermek veya görmek için. Mucizeler Kursu’na yönelik yazılan, anlatılan her şeyin sadece yorum olduğunu tekrar hatırlatmak isterim. Kursun kendisi özgün öğreti olduğuna göre hakkında veya üzerinde söylenen her söz, yazılan her satır sadece o kişinin kursu algılayışını gösterir. Bu yorumların faydaları olduğu gibi zararları da vardır. Doğruya yönelik yorumlanınca kurs, öğrencinin anlamasına katkıda bulunur, yanlış yorumlanırsa yanlış anlamalara yol açar. Bunu bilmekte fayda var. Bu nedenle her öğrenci kendi öğreniminden, okuduklarından ve inandıklarından kendisi sorumludur. Yanlış da doğru da bizim seçimimizdir. Buddha ne demiş?
Bir şeye sırf kulaktan duydunuz diye körü körüne inanmayın, birkaç kuşaktan beri itibar görüyorlar diye, geleneklerin de doğru olduğuna inanmayın. Sırf hocalarınızın ya da rahiplerin otoritesine dayanıyor diye hiçbir şeye inanmayın. Ancak bizzat hissettiğiniz, denediğiniz ve doğru olarak kabul ettiğiniz, kendinizin ve başkalarının hayrına olan şeylere inanın ve tutumunuzu onlara uydurun.
Bu sözü oldukça ciddiye alırım ve kimselerin peşine “üstün öğretmen” diye düşmem. Aradığım şey Tanrı, Hakikat ve kurtuluş ise, onların kaynağının bende olduğunu spritüel yolun ilk başlarında anlamıştım. Bu nedenle “dışarıda” karşılaştığım her can, her insan benim yolumda bir öğrenim arkadaşı, bir ders ortağıdır. Bunu anlayınca kimsenin “özelliği” kalmıyor. Herkes eşit anlamda bana ders verebilir ve eşit anlamda benden ders alabilir. “Vermek almaktır” ve “geçici olarak fazlasına sahip olanlar, geçici olarak daha azına sahip olanlara vermeliler” diye yazar kursta. Dikkatinizi “geçici olarak” ifadesine çekmek isterim. Her şey geçicidir, öğretmenlik de çünkü öğrenmek geçicidir. Bu görüş bizleri kibirli olmaktan korur ki, bu çok önemlidir. Aksi takdirde spritüel kibirin ağına takılmamız kaçınılmaz olur.