Genel

Beni izlemek isteyenler

İsa'yı izlemek

Hayatı “şeylerle” doldurmak, her bir parçaya muhtaç olduğunu düşünmek ve onları tutabilmek ve korumak için çabalamak. “Kişi” olarak bir mevkiye sahip olmak, toplumda saygın olmak, güçlü ve sağlıklı olmak, güzel olmak, konforlu yaşam ve rahatlık içinde yaşam sürmek. Bunlar değil mi insan denilen mahlûkatın sanayileşmiş toplumlarda kendisi için istedikleri ve uğruna yaşam tükettikleri? Geçmişin yükü ve geleceğin tasası ile zihinlerde özgürlüğün tadını asla tatmadan “kümeslerde” geçirilen yaşamlar değil mi günleri belirleyen? Saatlere göre günlerini geçirenlerin organik robotlardan bir farkı var mı? Yaşamın sırrını öğrenmeden tüketilen kalıpsallık değil mi uğruna nice zamanlar ve asırlar tüketilen…?

Mucizeler Kursu, dünyanın Tanrı Oğlunun bir yanılgı yüzünden Tanrı’dan kaçmak için kurguladığı bir rüya olduğunu anlatır. Ne garip gelir bu bakış açısı eğitimsiz zihinlere. Çünkü insan olarak algıladıkları her şey pek gerçektir, pek esastır: bedeni, nefesi, çocukları, ailesi, sevgilisi, anne babası, dostları, işleri, yedikleri, içtikleri ve en önemlisi kendisi ve kişiliği. Kendini gerçek bilenin gerçek olmadığını kabul etmesi mümkün mü? Mevlana’nın bahsettiği viranenin altındaki cevher hakkında okur ama o nedir diye bulmak için yola çıkar mı? Virane olmak hiçte çekici değildir. Zihinden şunlar geçer:

Ne gerek var canım? Bence her şey pek güzel. Evim var, işim, arabam, param var. Keyfim de yerinde. Yaşamak hiçte kötü bir şey değil. Ne de olsa burası Afrika değil. Cevheri bulmanın daha kolay bir yolu olmalı. Meditasyon yapıyorum işte. Biraz da yoga. Ha; nefes almayı da öğrendim. Enerji alanlarım açık, blokajlarım yok. Olursa da, hemen icabına bakarım. Enerji tedavi uzmanıma gider, ondan şifa alırım. Her şey pek kolay. Ruhani yol aslında pek de eğlenceli. Hiçte virane olmaya gerek yok. Aman; acı çekenler demek ki hak etmişler acı çekmeyi manevi yolda. Onlardan bana ne. Ben iyiyim. Hatta sanırım aydınlandım bile de, farkına varmadım henüz. Hani bilge der ya, aydınlandığında aslında aydınlanmanın olmadığını anlayacaksın. İşte ben onlardanım kesin. Aydınlanması gereken bir şey yok. Ben zaten hep aydınlanmışım. Hakikati bulmak için ille yıkılmak mı gerekir? Ben yıkılmadım, ayaktayım ve ruhsalım. Hem de çok iyiyim. Aman, kim uğraşır sabah akşam, gece gündüz derslerle falan. Onlara benim ihtiyacım yok. Hem de neymiş o Kutsal Ruh, İsa falan? Onların uydurma olmadığını bana hiç kimse temin edemez. Ben sanırım özel seçilmişim. Evet, çünkü her şey bana doğru uçuyor sanki. Ben uyanığım zaten. Uyanmama gerek yok.

Uyumayı sever insanoğlu hali vakti yerindeyse. Uyumayı seçenlere özgür iradeleri açısından saygı duyarız ama desteklemeyiz. Yolumuz, tüm hakikat yolları gibi, kendinden, daha doğrusu “kişi olmaktan” vazgeçmektir. Bu anlamda kişi, Mevlana’nın da dediği gibi, virane olmalı ki, Öz öne çıksın. Mucizeler Kursu kurtuluşun uyanmak olduğunu öğretir. Uyumak, Tanrı’yı inkâr etmek ve O’ndan kaçmaktır. Uyumak bir kaçış ise, gün gelir nefes almak ıstırap olur, zamanın gereksinimlerini yerine getirmek yük olur ve yaşamak korkmak olur. İşte o zaman biri araç olur ve sana anlatır derin bir uykunun kâbusları içinde kıvranan bir rüyacı olduğunu. Her neyse içinde bulunduğun maddesel yaşam şartın, kümesin içinde olduktan sonra yatağın ha altın olmuş ha paçavra, fark etmez. Farkı, kümesin dışına çıkmak yaratır. Farkı, huzur yaratır. Her neyse yaşam koşulun, bulunduğun ortam, üstlendiğin sorumluluklar; eğer sükûnet ve şefkat doluysan gerçek yaşamın örneği olursun. Sessiz ve gösterişsiz bir varoluşun emsalsiz muhteşemliği ile dünyanın ışığı olursun. Sessizlikte iz bırakan tanrısal elçi olursun.

İsa zamanında şöyle dedi:

Beni izlemek isteyenler artık kendini hayatının merkezine koyamaz; o, çarmıhını sırtlayıp beni takip etmelidir. Hayata tutunan hayatını yitirecektir. Ama hayatını benim için ve TANRI’NIN kurtaran iletisi uğruna veren, onu ebediyen kazanacaktır.

İsa’nın yanındaki Yuhannaları dahi anlamamışlardı onu, başkaları nasıl anlasın? TANRI’DAN olanı insan oluşuna inanan biri nasıl tanıyabilir? Nasıl anlayabilir hakiki olanı? 


Herkes kendi gibi olanı anlar, bilir; görmek istediğini görür. Hiçbir vaaz, hiçbir söz öğreti olarak yeterli olmaz hakikati bilmek için. Deneyim şart. Öğreti, karışık ve delirmiş bir zihni disipline etmeye yarar. Disiplin edilmiş bir zihnin yanılsama niteliği ancak “anlaşıldığında” ve “tanındığında” ortaya çıkar. Bu ama yolun sonu değil, yolun başıdır. Vahiy deneyimi, ya da başka bir deyimle “aydınlanma” gerçekleşmediği sürece esaslı ve kalıcı bir idrak, bir biliş mümkün değil. Bu deneyimi yaşayanlar varlıkları ile rüyacıyı ve rüyayı etkiler. Onlar, birbirlerini tanırlar. Her şartta, her şekilde tek bir Öz’ün var olduğunu bilirler. Onlar, ÖZ için bir iletişim aracı olurlar, dış görüntülerinden ve yaşam şartlarından bağımsız etki yaratan. Varlıkları etki alanlarındaki rüyayı dönüştürür, tüm zihinleri etkiler.