Mucizeler Kursu’nu yaparak dünyada daha iyi bir yer edinmek, insan olarak üstün başarılara ulaşmak, daha sağlıklı olmak, “bilmem ne koçu” olarak bir “meslek” edinmek ve devamında farkındalığa ulaşmak, ruhsal uyanışa varmak, güçlü olmak (artık neyse bu güçlü olmak) gibi birçok ıvır zıvırla Mucizeler Kursu olarak satılan seminer ve kursların İsa’nın yazdırdığı gerçek Mucizeler Kursu ile bir alakası olmadığını tekrar vurgulamak isterim. Ne kadar çok kargaşa oluşmuş Türkiye’nin Mucizeler Kursu piyasasında, şaşırıyorum doğrusu. Kendine ait olmayan tüylerle kendini süsleyen onca koçun yaptıkları sahte mucize şovundan haberdar olmadıklarını sanmıyorum. Ne de olsa bu “sahteliğe” inanan ve bu tür illüzyonlara sahip olmak için para veren çok. Benim de egom güçlü ve önde olsaydı, hepinizin cebinden paranızı koparmak için pek iyi bir aday olurdum ezoterik pazarların şarlatan koçları arasında. Onun yerine sizlere bu saçmalıkları göstermek için ücretsiz yazılar hazırlayıp internette paylaşıyorum. Yalnızca birinize bu bilgiler ulaşıp ona doğruyu bulmasına yardımcı oluyorsa, ne mutlu kurtuluşa. Diğerleri benden nefret etmeye ve ellerinden gelse bir kaşık suda boğmaya hazırlar. Olsun. Onların nefretleri ve garezleri yalnızca kendilerine ve evrensel anlamda affedildiler bile. Gün gelir yanlışlardan vazgeçerek doğru yolu seçme vaktinin çanları onlar için de çalmaya başlar.
Mucizeler Kursu’na yönelik günümüzdeki spritüel durum bana zamanında Bhagwan’ın (sonradan adını Osho yaptı) 70’li yıllardan itibaren 1985’e kadar kurduğu tarikatı anımsatıyor. 1985 yılında Osho tutuklandı ve ardından aşramları kapandı, izdeşçilerinin çoğu dağıldı. Birçoğu psikolojik tedavi görmek zorunda kaldı çünkü Bhagwan’ın sunduğu öğreti çoğu izdeşcisini aydınlatmadı ama psikolojilerinin ağır darbe almasına sebep oldu.
Bhagwan gerçekten bir zamanlar aydınlanmış bir zihindi. Neden? Çünkü anlattığı onca yanlışın içinde hakikatın ışığı da mevcuttu. Fakat öğretisi saf ve has değildi. Doğrunun yanında onca yanlışı da doğru diye satıyordu ona inananlara. Bunun nedeni, aydınlanmaya nail olduktan sonra onu ayartan Mara iblisine yenilmiş olmasıydı diye cevaplamak en doğrusu. Bilinç düzeyinde yükseldikten sonra tekrar düşen ustaların arasında yerini aldı Osho. Buddha örneğin, aydınlandıktan sonra onu ayartmaya çalışan iblis Maya’yı tavizsiz redderken Bhagwan, yani Osho, onun armağanlarını kabul etti. Bu yüzden Buddha’nın öğretisi saf ve temiz kalırken Bhagwan’ınki illüzyonlar içinde boğuldu. Bhagwan, aşramlarında cinsel orgiler, şehvet, para ve iktidar hırsı, göşteriş ve abuk subuk meditasyon stilleriyle kraliyetini kurmayı başardı. Zaman geldi, hatta anneler çocuklarından ayırıldı ve çocuklar kampında tarikate uygun bir şekilde yetiştirildi. 1981’den sonra Bhagwan’ın özel sekreteri Sheela’nın gözünü de hırs ve güç sahibi olmak bürümüştü. ABD’de, Oregon şehrinde kurduğu Rajneeshpuram adlı “köyde” makineli tüfekli koruyucuların orada burada sevişen çiftlerin ya da oturarak veya zıplayarak meditasyon yapanların arasında dolaşmaları normale dönüştü. Bhagwan’ın 93 adet Rolls Royce marka lüks arabalarının bazıları altın veya Swarowski taşlarıyla kaplamalıydı. Yaklaşık her gün arabalarından birine binip araba gezisi yapardı. İzdeşçileri, arabaları her gün içli dışlı temizler ve ustaları için hazır tutarlardı çünkü ertesi gün hangisine binip gideceğini önceden bilemezlerdi. Osho, “istediğini yap, sevdiğini yap ve yaptığını sev” gibi sloganlarla izdeşçilerini tarikatın ve kendi doğrularına bağlamayı başardı. Bu sloganlar size tanıdık geliyor mu? Bana geliyor. Türkiye ‘deki ezoterik piyasada taht kurmuş birçok kişinin ağzından çıkan laflar bunlar. Takipçiler, sadece istediklerini ve sevdiklerini yapmayı öğreten bir ustayı neden reddetsinler, değil mi? Ne hoş bir yaşam biçimi işte. Alabildiğine kafana göre takıl, bir yataktan çık ötekine gir seviş, ister oturarak ister deli gibi zıplayarak meditasyon yap, yoga yap, istediğin herkese istediğin zaman sarıl, öp, okşa, nefes çalışmaları yap, bağır çağır rahatla. Örneğin, Bhagwan’ın tarikatı adına dünyanın birçok şehrinde diskolar, restoranlar ve barlar gibi eğlence mekanları kur, güle oynaya, içki içerek tarikata para kazandır ve ustan için çalış. Ben bile 80’li yılların ortasında Berlin’de üniversite eğitimi sırasında Far Out adlı Bhagwan diskosuna giderdim arakadaşlarımla. Disko çalışanları, kırmızı ve portakal renginde kıyafetler taşıyan sanyasinlerdi. Oraya gitmemizin sebebi, Berlin’in diğer diskolarında olduğu gibi Far Out‘a pezevenklerin ve orospuların ya da kendini bilmez züppelerin uğramamasıydı. Bize, üniversiteli solcu yarmalarına sanyasinlerin deli hareketlerle dans etmeleri, ot içmeleri veya sapık bir tarikat üyeleri olmaları daha az tehlikeli geliyordu. Esasen ne denli tehlikeli oldukları, özellikle kendilerine karşı, Osho’nun 1985’de tutuklanmasından ve ABD’den kovulmasından sonra ortaya çıktı.
Ben şahsen, aydınlanmış bir ustayı bu şekilde ne hayal edebilirim ne de onu aydınlanmış diye tanımlarım. Elbette aydınlanmış bir ustanın insan yanının olduğunu da kabul etmek gerek. Ne de olsa dünyadayız ve insan olarak ayakta kalmak için ve hizmet verebilmek için azıcık bir ben’e ihtiyaç var. Bu insan yanıyla kimisi fosur fosur sigara içer Sri Nisargadatta Maharaj gibi, kimisi siyasete katılır Dalai Lama gibi. Ya da, Gandhi gibi ülkesini İngiliz sömürgesinden kurtarmak için açlık grevine yatar. Fakat o ustaların insani yanları aydınlanıp tekrar düşmeyen bir bilinçte pek küçüktür ve hakikat öğretisini bulandırmaz. Eylemleriyle yüksek bilinçlerini ıspat ederler ve doğruyu egolarının hırsına ve nefretine kurban etmezler, örneğin Osho’nun yaptığı gibi.
Bhagwan, öğretilerinde insanlar arasında ayrım yapan bir zihne sahipti. Örneğin, eşcinsel olanlara “Eşcinsel olarak sen insan bile değilsin […] sen haysiyetini yitirdin” gibi cümleler kullanırdı ve eşcinsellere karşı olan nefretini saklamazdı. “Eşcinsellere kendi ortamları verilmeli. Kendi dünyalarında, kendi yollarıyla yaşayabilir ve mutlu olabilirler, ancak toplum içinde her türden tehlikeli virüsü yayarak genel olarak dolaşmalarına izin verilmemelidir” gibi konuşmaları hiç aydınlanmış bir zihinden çıkabilir mi? Çıkamaz. Sana ne! diye haykırasım var bu usta bozuntusuna. İsa örneğin herkesi kucaklarken, “ben bilenler için değil, bilmeyenler için geldim” derken, bu seks düşkünü şarlatanın ağına takılmak için gerçekten derin uykuda olmak gerek. Fakat buna rağmen, tüm bilgilere, belgelere ve hatta videolara rağmen, günümüzde insanlar arasında Osho gibi açıkça ve ulu orta ayrım yapan ve saçmalıklar anlatan “papağan bilgelerin” peşine düşmekten geri kalmıyor birçok ruhani yolcu. Artık ne bekliyorlarsa o “koçlardan” veya “ustalardan”? Demek ki, esasen aydınlamak istemiyorlar, tıpkı Dr. David Hawkins‘in tespit ettiği gibi. Çoğu kendine daha iyi, daha konforlu bir yaşam biçimi ve para kazanma yolu aramakta. Yani, egolarıyla aydınlanmayı arıyorlar ve asla bu şekilde bulamayacakları da Tanrı gibi kesin.
Osho’nun izdeşçileri arasındaki kadınlarla aşramlarında cinsel partiler yaptığı ve cinselliği yükseltip kutsallaştırdığı da bir gerçek. Osho’ya “seks gurusu” adı takılması bundan kaynaklanır. Osho’nun özgürlük ve aydınlanış anlayışını hakikat adı altında egonun çirkin oyunlarına mal ettiğini görmemek için gerçekten açgözlü, şehvetli ve karanlık bir zihne sahip olmak gerek. Onun yüzünden birçok kadın ve erkek izdeşçinin sonradan ağır kişilik sorunları yüzünden tedavi gördükleri çoktan belgelendi ve kamunun bilgisine çeşitli yollarla sunuldu. Buna rağmen Osho’nun takipçi kitlesinin hâlâ büyük olması ve hatta büyümesi günümüzün sapkın ve spritüelleşmiş egoların fazlalaştığının bir kanıtı. Günümüzde İsa, Osho’nun yaptıklarına tanık olsaydı muhtemelen yıkardı aşramı tıpkı zamanında sinagogların içindeki tüccarların tezgahlarını yıktığı gibi. Belki de hiçbir şey yapmazdı ve “Tanrım affet onları; ne yaptıklarını bilmiyorlar” derdi. Aydınlanmak istediğini iddia edip parayı, şehveti ve hırsı ön plana çıkartan bir öğretiyi seçmek için insanın pek çaba sarfetmesi gerekmez. Her ego dünden razıdır eğlenceli ve dünyaya yönelik başarı, sağlık, dinginlik ve güç vaad eden fikirleri kabul etmeye. Şayet bu tür fikirler hakikat olsaydı o zaman Buddha, İsa, Yunus Emre, Bektaşi, Hallac-ı Mansur, Mevlana, Şems ve niceleri yanılmış olmaları gerekir. Onların hiçbiri dünya nimetlerini yüceltmediler, hiçkimseye “kişiliğini geliştir, zengin ve başarılı ol, güçlü ol, iktidarlı ol, sağlıklı ol, koçluk yapmayı öğren, sevdiğini yap vs. diye öğretmediler.
Burada Osho’yu ve sapkın öğretilerini örnek vermemin sebebi, günümüzde başka akımların ve öğretilerin prensipte aynı sapkınlıkla insanların zihinlerine sunulduğunu göstermektir. Mucizeler Kursu’nu gerçekten öğrenmek ve uygulamak isteyen birinin hiçkimseye ihtiyacı yoktur. Ne bir “nefesçiye” ne bir “yogacıya” ne bir “meditasyoncuya” veya benzeri yöntemlere ve kişilere başvurmadan kursu okumak ve uygulamakta özgürüz. Lafta değil, gerçekten. Yanısıra istersek yapalım yogamızı, nefes çalışmalarını, Tai Chi ya da Qigong’u veya amuda kalkıp şarkı söyleyelim, fark etmez. Tüm bu metotların önemi ikincil hatta üçüncül derecedir. Mesele, zihinsel boyutta arınmak ve mevcut düşünce sistemini aşmaktır. Neden? Çünkü her insandaki mevcut düşünce sistemi egonun düşünce sistemidir. Ancak arınırken, egonun büyük dirençlerle arınmaya karşı yanıt vereceğini unutmayalım. Hiçbir ego kendini bu değişime kolayca teslim etmez. Egolarımız çok kurnazdır ve bir çok dolaysız ve dolaylı yollarla bizleri doğru yoldan düşürme yeteneğine sahiptir. Mara iblisi görünürde güzel bir kadın veya güçlü bir erkek değildir ve bizlere karşımıza dikilip dünyayı sunmaz. Mara iblisi ego için kullanılan bir semboldür ve çoğumuz o iblisin eline düşeriz. Özellikle ruhsal yolda.
Ben şahsen, günümüzde hiçbir “kişinin” lafına ve öğretisine, önce gerçek ustaların, örneğin İsa’nın veya Buddha’nın ya da Şems’in veya Yunus Emre’nin öğretisiyle “elemeden” en ufak bir inanç sarfetmem. Tıpkı hava kirliliği gibi “moda olmuş koçlar ordusunun” sundukları yetersiz, alt yapısız ve oradan buradan derme çatma öğretileriyle yol alacak kadar naif veya kör olmak istemem. Spritüel ortamlarda herkes uyanık bir dikkatten veya farkındalıktan söz ediyor. Oysa, uyanık bir dikkat veya esas bir farkındalığa sahip hiçkimse “cafcaflı” sözler ve “süslü kişiliklerle” satılan illüzyoner öğretileri kabul edemez çünkü hakikatten fersah fersah uzak olduklarını anlar. O halde, farkındalık adı altında satılan seminerler, dersler, workşoplar, kurslar ve öğretiler nedir? Basitçe, egonun farkındalık adı altında uydurduğu bir illüzyondur: farkındalığın illüzyonu.
Farkındalık, fark etmek değildir. Farkındalık bir eylem değil, bir durumdur. Farkındalık, sadece “olmanın” algı düzeyine yansımasıdır. Farkındalığı yüksek insanın algısı hakikatı yansıtabilen bir algıdır. Bu durumda ne bir “ben” vardır algılayan ne algılanan “öteki” veya “diğeri” ne de herhangi bir “eylem” veya “yapmak” vardır. Sadece algının “kendisi” vardır. Bu durum kişiliksiz ve tarafsız, öznesiz ve eylemsiz bir durumdur. Farkındalığı farklı anlatanların farkındalığı bilmedikleri, çünkü deneyimlemedikleri, sadece kulaktan dolma bilgilerle anlatmaya çalıştıkları aşikâr. Ben onlara ne usta derim ne koç ne de öğretmen. Artık siz ne dersiniz, o sizin meseleniz.